1 Haziran 2015 Pazartesi

Türkiye’nin ‘odaları’nda gezinmek

Zülfü Livaneli’nin son romanı "Konstantiniyye Oteli", bir yılbaşı kutlaması mizanseni ile Türkiye’nin ahvalini anlatıyor. Bir otel benzetmesi altında koskoca bir ülkenin yapısına ışık tutan Livaneli, bu ‘otel’in her ‘oda’sında farklı bir hikaye vadediyor.


Konstantiniyye Oteli / Zülfü Livaneli / Doğan Kitap

Yaptığı tüm işlerin hakkını veren ender insanlardan Zülfü Livaneli. Ama bunu bir görev olarak değil, kendiliğinden oluşan bir durumla yapıyor. Müzisyenliği, senaristliği, yönetmenliği, politik kimliği ve tüm bunların yanında, senelerdir fire vermeden sürdürdüğü romancılığı... Kemik bir okur kitlesine sahip olduğunu belirtmek, şu saat itibariyle cehalet sayılabilir. Artık bunu bilmek için alim olmaya gerek yok. 

İnsana dair bunca işi layığıyla icra edebiliyor olması, Livaneli’nin edebiyattaki alameti farikası diye düşünüyorum. Duyduğu seslerin anlamını bilip, gözüne takılan görüntülerin derinine bakabilmesi, gördüklerini ve duyduklarını dürüstçe aktarma telaşı onun ‘iyi edebiyat’ formülü. Tüm doğru öğeleri toparlayıp, doğru sırayla yerleştirmesi ve bunu oyunlardan kaçınan, anlaşılır bir dille yapması ise edebiyat dünyasında açlığını çektiğimiz bir üslup. Bu sebeple artık her romanı heyecanla beklenir oldu Livaneli’nin. Son romanı "Konstantiniyye Oteli" de öyle.

Maskelerin ardındakiler

Ev sahipliği yaptığı erken bir yılbaşı kutlamasında tanıştığımız "Konstantiniyye Oteli", Sultanahmet’te bir Bizans Sarayı’nın kalıntıları üzerine kurulu. Otelde o gece gerçekleşen kutlama ise açık bir Türkiye panoraması. Ülkede var olma mücadelesi veren her kesime rastladığımız bu gecede kazananlar kadar kaybedenler, vazgeçmişler kadar hırsından gözü kararanlar, ‘daha da fazla’ diyenler kadar ‘bu kadarı bana yeter’ diyenler yan yana. Kimler yok ki... Din adamları, yargı mensupları, gazeteciler, iş adamları, babadan zenginler, iflasın eşiğindekiler, karısını aldatanlar, kocasına ihanet edenler, kardeşini kaybedenler, çocuğundan olanlar, biraz sonra öldürülecekler ve çoktan ölmüşler... (Çünkü Livaneli, ölüleri konuşturmadan geçmişi anlatmanın imkansızlığını ve anlamsızlığını kanıksamış. Ölüler, o gecenin en önemli konukları.) O gece tüm konukların suratında aynı maske olsa da maskelerin ardında bambaşka hikayeler gizli. İşte Livaneli, o gece boyunca tüm masaları dolaşıp "Konstantiniyye Oteli"nin naçiz konuklarının maskelerini tek tek kaldırıyor ve okuruna, o maskelerin ardındaki gerçekleri fısıldıyor. Her bir konuğun ortaya çıkan sırrıyla beraber, bir toplum olarak sahip olduğumuz tüm zaaflar, ayıplar ve akıl tutulmaları ortalığa saçılıyor. Kabullenmemekte direndiğimiz pek çok şey bir bir yüzümüze çarpıyor.

Bu sırada, koskoca bir otelin her bir odasını gezer gibi, her defasında farklı ama aynı gövdeye eklemli öykülere dahil olduğumuz roman, okurunu da adeta bir odaya kapatıp tüm gürültüden patırtıdan koruyor. Livaneli’nin kadifemsi dili sayesinde kitap, dinlenerek ve kanıksanarak okunuyor. Türkiye’nin keşmekeşini böylesine telaşsız anlatabilmek ise "Konstantiniyye Oteli"nin bir başka sürprizi.

 “Unutma!”

Tüm bunların yanında, tarihle iç içe geçmiş bir roman "Konstantiniyye Oteli". Tarih dediysem sadece uzak geçmişten mürekkep bir anlatıdan bahsetmiyorum. Osmanlı ve Bizans kadar, Maraş Katliamı da var bu kitapta, '90’lı yılların ve bugünlerin politik karanlığı da, Gezi Parkı da, Uludere de. Bahsedilenlerin bir kısmına yakından tanık olanlar için ise bazı sayfalar ciğer sızlatan cinsten. Sadece Uludere’de kardeşini kaybeden o genç adamın hikayesini okumak bile soluğumuzu geri tepmeye yetiyor. 

Livaneli böylece okuruna sanki “Unutma!” diye sesleniyor. Bir nefret uyandırmaya, ya da kin duygusunu tazelemeye uğraşmıyor. Sadece, unutursak her şeyin anlamını yitireceğini anımsatıyor. Sanki son yıllarda dilimize maalesef pelesenk olan “Unutursak kalbimiz kurusun” cümlesinin altını çizmek istiyor tekrardan.

"Konstantiniyye Oteli"nde Livaneli, okuruna aynı zamanda sağlam da bir edebiyat dersi veriyor. Hikayede yeri gelip de adı geçen her dönemin, her coğrafyanın hatta her mezhebin edebiyat büyüklerini tek tek anıyor, adeta onlara saygı duruşunda bulunuyor. Bunların başında Livaneli’nin kadim dostu, bizlerin ise sevdalısı olduğu Yaşar Kemal geliyor. Öte yandan kafayı ‘yazmaya’ takmış olan ‘esas oğlan’ı sayesinde yazmanın inceliklerine dair ipuçları veriyor, bu işe yeni yeni girişen acemilere sakinleştirici zerk ediyor. 

Kitap, darmaduman halimizi en bir araya getirilebilir şekilde, açıkça anlatıyor. Etrafımıza aynalar koyuyor, bazen kendimize de sormamız gereken soruların fitilini ateşliyor. İçinde bulunduğumuz durumun dışarıdan nasıl göründüğüne göz atmak isterseniz, "Konstantiniyye Oteli" sizleri de ağırlama hevesiyle yerli yerinde bekliyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder